Ak Parti; zamanında Erdoğan’a bir şekilde inanmış ama artık uyanan
seçmen oylarının etkisiyle seçimlere ciddi derecede zayıf girecek bu çok
net. Fakat hali hazırda rakiplerini karalayarak kendini aklamaya
çalıştığı, kendi yandaş kanallarından uyutmaya çalıştığı seçmenin, ona
yine oy verip vermeyeceği 30 Mart günü belli olacak.
Ki bu, bir yerel seçim!
Her
şeyde olduğu gibi, oy kaybını da şimdiden YSK’nın içinde de cemaat
yetkin ve AKP’ye komplo yapacaklar söylemleri ile uğrayacağı yenilginin
faturasını cemaate kesme peşinde (bkz: Cemaatin seçim sonuçlarıyla oynayacağı iddiası)…
Elbette
hezimete uğradığı takdirde halkın gözünde belki sorgulamalar daha fazla
artacak ama şunu unutmamak gerekir ki bu genel bir seçim değil.
Yani 2015’e kadar iktidarda olacak olan yine AKP…
Umarım ve dilerim ki herkes bunun farkındadır.
Zira bugün yaşananlar AKP’ye kurulan komplo değil aksine AKP’nin Türk halkına kurduğu komplonun sonuçlarıdır.
Yani
torba torba yasalar çoğunluğunu AKP millevekillerinin oluşturduğu
mecliste görüşülecek ve geçirilecek. Savcı-yargıç-polis-dosya vs. hepsi
onların kararları ile belirlenecek. İstedikleri kadar HSYK düzenlemeleri
dondurulmuş olsun, bana göre anayasal bir değişiklik konusunda uzlaşma
sağlanması da çok uzak bir ihtimal…
Geçtiğimiz gün göreve gelen
ve ekranlardan canlı canlı görev devir törenini izlediğimiz İstanbul
Başsavcısı, ilk icraatlarını çoktan gerçekleştirdi bile (bkz:İstanbul Başsavcısı’nın rengi belli oldu!)…
Bunun
örnekleri paralel yapı ortaya atılmadan önce de görüldü ve yaşandı.
Onca itiraza, soru önergelerine istedikleri tüm yasaları geçirdiler,
milleti asıl kendileri fişlediler.
Başbakan bugün yakındığı
cemaat-paralel yapı adı her neyse, hem bu ülkenin başına kendi sardı
şimdi de bin türlü komplo teorileriyle mağduru oynuyor.
Kumpası
kuran cemaatle sözde mücadele ediyor havasında işi meşrulaştırmaya
çalışan Başbakan, hem halkın gözünde mağdur görünecek, hem de ola ki
iktidar elden giderse 'şimdiden ben de kendi paralel yapımı kurayım ki tüm güç gene ben de olsun' diye uğraşıyor. Bu da bir ihtimal zira!
Oysa
ki asıl bu ülkenin başına komplonun en büyüğünü kuran Başbakanın
kendisi. Üstelik en çarpıcı olanı da eğer bu söylediği o boyutlarda olsa
çoktan önlemini alır, bu yolsuzlukların hiç birini duymazdık bile.
Yani
özetle derdi yolsuzluk dosyalarını kapatmak, mağduru oynamak ve baştan
beri sinsice tam aksini iddia etmesine rağmen asıl istediği düzeni bu
ülkeye getirmek.
Bu düzen ne mi?
Söylemeye gerek yok ki herkes biliyor zaten!
Halefiyle
arası açılıp ona güvenemeyeceğini anlayan Başbakan bütün tasfiyeleri,
yarın öbür gün genel seçimlerde kaybeder ve iktidar koltuğunu başka bir
partiyle paylaşmak zorunda kalırsa diye, şimdiden kendi paralel yapısını
deneme yanılma yöntemiyle kurmaya çalışıyor ve kendini koruma altına
alıyor. Bir yandan da yolsuzluk ve rüşvet davalarının önüne geçmiş
oluyor.
Birçok kişinin aksine ben paralel yapı çekişmesini,
Başbakan’ın beklemediği ya da yaşanan tüm gelişmelerde hazırlıksız
yakalandığı değerlendirmesine katılmıyorum. Erdoğan’ın zekasını
küçümsediklerini düşünüyorum.
Başbakanın, yıllar önce çoktan
hazırlamış olduğu kusursuz planının meyvelerini tam görmeye başlayacağı
bir zamanda karşısına çıkan ve öngöremediği "tek gerçek Gezi" olaylarıdır (bkz: Gezi olayları demokratik bir haktır).
Çünkü
ulu önder ulu manitu havasında bu ülkeyi yönetirken kimsenin kendine
karşı çıkamayacağını düşünmüş, intikam ve kibrine o kadar yenilmiştir.
Bu rahatlıkla da saldırırcasına her şeye hükmetmeye çalışmış ve en büyük
yanılgısını da Gezi olayları ile yaşamıştır. Medyası, yargısı,
ekonomisi ile her bir koldan hakim olduğu devletin gücü ile halkın bir
kesiminin ona başkaldırabileceğini düşünememiş ve süreci de yanlış
yönetmiştir.
Gerek aydın gerek daha apolitik kesimlerden
insanlar, onun bu kadar kin ve intikam duygularını başta çok göremediyse
de artık farkında ve çok öfkeli.
Başbakan’ın şimdilerde birçokları tarafından dile getirilmeye yeni yeni
başlanan ve bence en başından beri hep içinde olan korkunç ve gizlemeye
dahi gerek görmediği öfkesi, tehditleri, tarzı hep aynıydı. O hep
intikamla doluydu.
Kimileri çıkar, kimileri bir yerde koltuk kimileri de cebini parayla
doldurmak için tüm bunlara göz yumdu, sayfalarına taşımadı bile! Zira o
vakitler işlerine geliyordu ve hala bu vakitlerde dahi işlerine geliyor.
Oysa ki Başbakan, 2002 seçimlerinden önce de televizyonlarda
yayınlanan kasetlerinde (Show Tv- Genel Yayın Yönetmeni Reha Muhtar)
bugün söylediğine benzer söylemleri söylüyor ve aynı tondan bu halka
sesleniyordu. Bakın bugün onlar sus pus ve Başbakan’ın sesi az çıkan
yandaşları rolünde…
Ama artık bugün ve bu kez iktidar ile cemaat
arasındaki kavga, tüm şiddetiyle medyada alenen yaşanıyor gözümüzün
önünde ibretlik bir biçimde..
Zaten itiraz edenlerin de başına
gelenleri hepimiz biliyoruz. O yüzden tüm bunlara çanak tutan,
çığırtkanlık yapanların hepsi de suçlu. Hala da bu suçları
sürdürüyorlar.
Milletvekili, bakan, medya mensubu, iş adamları,
polis, cemaat, savcı, hakim eğer kim varsa bunun içinde hepsi de suç
ortağıdır ve günü geldiğinde de yargılanmalıdır.
Eğer içlerinde
temiz, dürüst, ayakta kalmaya çalışan vicdan sahibi insanlar varsa ki
elbette vardır. Az sayıda olsalar da onlara sözüm yok kesinlikle. Umarım
onlar sayesinde, duyduklarımız dışında da henüz hala bilmediğimiz diğer
kirli-gizli-çirkin işleri de ortalığa iyice saçılsın ki gerçek
yüzlerini tüm vatandaşlarımız görsün.
Ancak bunca sözden sonra asıl meseleye gelecek olursak da ben, varsa eğer asıl dürüst savcı ve yargıçlara seslenmek istiyorum:
“Acaba bu ülkeye tam da içinde bulunduğumuz şu günlerde, ödemeniz gereken bir borcunuz yok mu?”
“Çocuklarımızın
geleceği adına, ülke bütünlüğü, birlik ve beraberliği adına istedikleri
kadar engellesinler, yapacağınız hiçbir şey yok mu?”
“Hatırlamalısınız! Gezi’de avukatlar, doktorlar sokaklara dökülmedi mi?”
“Siz niye duruyorsunuz ki hala öyleyse?”
"Şu
anda vatandaş olarak bizim elimizden gelen bir şey olmadığına göre,
asıl görev size düşüyor. Tehdit aldığınızı tahmin etmek zor değil ki
işittik, zorlandığınızı, gelecek kaygınız olduğunu, ailenizin
hayatlarından endişe ettiğinizi de biliyoruz elbette ama birilerinin
elini taşın altına koyması gerekmez mi sizce de?”
Bunun örneklerinin diğer ülkelerde yaşandığı ekranlardan anlatıldı bizlere…
Şu saatten sonra kimse kanun falan demesin, dinleyecek halimiz kalmadı zira hukuk çoktan hükmünü yitirdi bu ülkede.
Adalet Bakanı denilen adaletten yoksun kişi, kendisi hakkında hazırlanan fezlekeyi 'kendisine verilen yetkiyi kullanarak hiçbir şey olmamış gibi' geri gönderebiliyorsa daha başka söz ne gerek var ki? Daha dün 90 savcı daha gitti. Yargıda yaşanan depremin tarifi yok bile…
Ve fakat asıl hiçbir şey yapmayanlar, yarın öbür gün bunun hesaplaşmasını kendi vicdanlarında yapacaklar.
İşte
tam da bu yüzden bu hukuksuzluğu, bu gidişatı durduracak hareket,
hukukçuların birleşmesinden çıkmak zorunda. Halk sadece adalet ister.
Başına bir iş gelince elbet yaşayarak öğrenir belki bazı şeyleri ancak
bu işin nasıl çözümlenmesi gerektiğini en nihayetinde en iyi
hukukçuların kendisi bilir.
Mecliste bir avuç milletvekili
beğenelim beğenmeyelim itiraz etmeye çalışıyor, kadın şiddetini
durduracağız diye didinmemiz gerekirken bir de üstüne erkekler
erkeklerden şiddet görüyor.
Yani AKP iktidarı sokakta ve bürokraside halka, mecliste de millevekillerine çoğunluktan aldığı güçle otoritesini dayatıyor.
Demokrasi tanımıyor. İnsan haklarına dair ne varsa hepsini ihlal ediyor.
Şunu
unutmamalıyız ki beğensek beğenmesek de doğruları söylemek, halka
gerçekleri anlatmak uğruna yıllardır sürülmeyi, işkence görmeyi,
öldürülmeyi göze alan nice vatansever kendilerini öne attı ve hayatını
kaybetti bu ülkede.
Memleket elden gitmiş, yargı Başbakan’a, MİT
Başbakan’a, asker Başbakan’a, Merkez Bankası Başbakana, internet
Başbakana, eğitimden sanata her şey Başbakan’a bağlanmışsa geriye daha
ne kalacak acaba?
30 Mart günü oyu düşse dahi ondan sonra 2015’e kadar neler yaşayacağız acaba? Hiç düşündünüz mü?
Dış ilişkiler, Suriye, tırlar, İŞİD, çözüm süreci gibi konulara gelemedik bile şu ana dek gördüğünüz üzere…
“Cebren
ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün
tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her
köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve
daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar
gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu
iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle
tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş
olabilir ” sözlerinin bugünü ne kadar tarif ettiğini görebilmek
için, ille de Atatürkçü olmak ya da ona inanmak ve Atatürk'ü sevmek
gerekmiyor ki!
İster sevelim ister sevmeyelim, ister inanalım
ister inanmayalım, yukarıdaki sözler üzerinde düşünmek için bunları
yaşamamız ya da tüm bunların dış güçler tarafından mı yapılması mı
gerekiyor?
Dünyanın gözü önünde ulusunu tehdit eden, bunları
yapmıyormuş gibi gidip bir de AB'ye bizim asla yapmayacağını çok iyi
bildiğimiz halde, 'yapacağım yalanını' söyleyerek şirinlik yapan bir Başbakan, ne yazık ki bizim başımızda hala!
Dün
TÜSİAD’ı tehdit eden, bugün köşeye sıkışınca Merkez Bankası’nın
kararına sesi çıkmayan ve halkını aptal sanan bir Başbakan, bizim
başımızda hala ve olmaya da devam edecek ne yazık ki hala!
Korku ölmekse eğer, vatan elden gittikten sonra yaşamanın ne anlamı kalacak ki?
Bugün ses çıkarmazsak eğer, ileride yaşayacaklarımızı tezahür etmek hiç de zor olmasa gerek!
Var mı bu ülkeden başka gidecek yerimiz?
Varsa sussun herkes ne diyeyim!
"Ama
yoksa ve ülkenizi ve çocuklarınızı seviyorsanız, geleceğinizden endişe
ediyorsanız eğer, korkmadan yılmadan her şeyi göze alıp harekete geçmek
zamanı çoktan gelip geçmedi mi sizce?"
Haydi savcılar, hakimler harekete geçmenizi bekliyoruz.
Anayasa Mahkemesi var, Cumhurbaşkanı var, veto meto demesin lütfen hiç kimse!
O zamana kadar atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti bile herkesin bildiği üzere...
Erdoğan
oy kaybedeceğini, belki de genel seçimlerde iktidarı paylaşmak zorunda
kalacağını gayet iyi biliyor. Bu yüzden hala gücünü sürdürmek için
çabalıyor, son kozlarını son derece tehlikeli bir biçimde oynuyor. Bunu
görmek lazım!...
Özetle durum çok fena, durum çok vahim.
Ülkemiz uçuruma sürüklenme eşiğini geçti, düşüp parçalara ayrılması an meselesi.
Peki bunun bedelini ödeyebilecek gücü var mı bu halkın sizce?
Susar, itiraz etmez ve hakkımızı aramazsak, ödeyebilecek miyiz bunun vebalini milletçe?
Çocuklarımızın
geleceği üzerine oynanan bu sinsice oyunun, söylenen yalanların
hesabını sormadığımız için, bizler cevap verebilecek miyiz onlara günü
geldiğinde?
Yaşayabilecek miyiz bu ülkede özgür ve adil bir biçimde gelecekte hep birlikte?
Suriye’den daha beter hale gelmeyecek mi bu ülke bu gidişle?
Tam aksine, artık son sürat oraya doğru gidiyoruz. Ortalığı yakıp yıkıyor Erdoğan ve hükümeti el birliği ile...
Bir düşünün!
Bunca
baskıya, bunca sansüre, bunca yolsuzluğa, bunca tehdide ülke sıfırı
her alanda tüketti. Bunun birinci derecede sorumlusu Başbakanın
kendisidir. Bu yaptıkları da son çırpınışlarıdır. Zira yolsuzluk ve asıl
kendi dikta girişimlerini sağır sultan bile duydu artık hala yalan
dolan.
Bu halk Gezi’de dur demeyi bildi, gençler canı pahasına
karşı dimdik durabildi, anneler-babalar evladına sahip çıkabildi. Ama
halk ancak bunu yapabilir. Son minvalde gider oyunu verir fakat bu kez
bu da çözüm değil!
30 Mart ya da 2015’e kadar bu ülke sağ çıkamaz bekleyemez.
Haydi savcılar, hakimler harekete geçmenizi bekliyoruz.
Kimi nereye atarsa atasın ben birilerinin cesaret gösterip bir çaba göstereceğine inanmak istiyorum hala…
Yoksa çok geç olacak.
Ve bu canım ülkemize çok ama çok yazık olacak!
Ferda Şen
E-mail: ferdasen@bahcesehirnews.com
Twitter: @ferdassen
Facebook: Facebook.com/ferdassen
Blog: ferdasen.blogspot.com
BahçeşehirNews Gazetesi
365 gün 6 saat takipteyiz, ekstra zaman katmak için Anbean sizinleyiz
30 Ocak 2014 Perşembe
18 Ocak 2014 Cumartesi
21 Ekim 2013 Pazartesi
31 Temmuz 2013 Çarşamba
29 Temmuz 2013 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)